TABİAT RUHU

Ben tabiatın geniş kucağında doğdum. Ağaçlar bebek vücudumu koruma altına aldı, mavi gökyüzü üstümü örttü. Ben tabiatın çocuğuyum. Ona daima saygı duyarım. Onun engebeleri, elbiseleri; alnının çevresindeki çelengi, mevsimleri; heybetli meşeleri ve daima yeşil saçları, toprağı sarıp sarmalayan lüle lüle saçları, hepsi benim bitmez tükenmez sevgimi beklerler.

Kahgegagahbowh, Ojibway Tribe

Böğürtlen Bitkisi


Böğürtlen Bitkisi

Böğürtlen, gülgiller (Rosaceae) familyasının Rubus cinsini oluşturan familyasından insan sağlığında önemli rolleri olan organik asitler, mineraller ve vitaminler bakımından çok zengin bir bitki türlerini ortak adı.

Böğürtlenlerde çiçeklenme genellikle Mayıs ayında başlayıp Ağustos ayına kadar devam etmektedir. Bu nedenle bitki üzerinde değişik olgunlaşma devrelerinde olan meyve salkımları birbirini izler.

Ülkemizde yol kenarlarında, ormanlarda bir çok bölgede bulunan bir bitki türüdür.

Faydaları :

Meyveleri tam olgunlaştıktan sonra daha şifalı olan böğürtlenin faydaları şunlar:

Düzenli yenen böğürtlen yaşlılıktan kaynaklanan hafıza kayıplarını önlüyor.

Böğürtlenin sıkılarak elde edilen suyu ishallerde çok faydalıdır. Ancak böğürtlen suyu saklanamaz taze içmek gerekir. Saklanırsa sirkeleşir.

Ağız yaralarında, gerek taze ve gerekse kurutulmuş 20 gram böğürtlen yaprağı 1 litre suda haşlanırsa, bu çay ağız yaraları için çok faydalıdır.

Kurutulmuş yapraklarından yapılan şurubunun kanı temizleyici etkisi de var. Bu şurup öksürüğü olanlara da iyi geliyor.

Ayak yorgunluklarında, böğürtlenin sürgünleri ve kökleri 100 grama 1 litre su ölçüsüyle kaynatılırsa, ılıyınca ayak banyosu olarak kullanılabilir. Ayak yorgunluklarına çok iyi gelir.

Güzellik için, böğürtlen çiçekleri ise 50 grama bir 1 litre su ölçüsü ile kaynatıldığı zaman, elde edilecek bu şifalı su eller için çok iyi bir güzellik losyonudur.

Her gün yenen bir avuç böğürtlen kanserden korur. Yapılan araştırmalar böğürtlenin, bünyesinde barındırdığı antioksidanların bağışıklık sistemini güçlendirerek kanser türlerine karşı koruyucu etkisi olduğunu ortaya çıkarmıştır.

Kanı incelterek kan şekerini dengeleyen böğürtlen, diyabet rahatsızlıkları olan hastalar için önemli bir şifa kaynağı

Yaprakları kaynatılarak suyu ile gargara yapılırsa, diş eti ve bademciklerdeki iltihaplara iyi gelir

Kökleri kaynatılarak suyu içilirse böbrek kumunun ve taşlarının düşmesine yardımcı olur.

Böğürtlenden şurup ve reçel de yapılır. Şurubu göğüs ve solunum yolları rahatsızlıklarında oldukça yararlıdır.

Böğürtlen yaralara sürülürse iyileşmelerini kolaylaştırır.

İyi bir antioksidandır. Vücuttaki zararlı maddelerin temizlenmesine yardımcı olur.

Tansiyonu düşürür ve bedeni güçlendirir.

Olgun böğürtlen idrar söktürücüdür ve kabızlığa iyi gelir.

Tok tutan bir meyve olan böğürtlen zayıflamak isteyenler için de bire bir…



Böğürtlen Reçeli

Böğürtlen reçeli için gerekenler :


* 1 kg böğürtlen
* 750 gr toz şeker
* 2-3 damla limon suyu.

Böğürtlen reçelinin yapılışı :

Böğürtlenler bol suyla yıkanıp suyu süzülünceye kadar süzgeçte bekletilir. Süzme işleminden sonra bir tencereye konulur, üzerine şeker ilave edilir. Bir gece bu şekilde bekletilir. Ertesi gün kısık ateşte karıştırmadan pişirilir. Üzeri köpüklendikçe tahta kaşıkla temizlenir. Ateşten indirildikten sonra iki üç damla limon suyu eklenir. Ilıyıncaya kadar bekletip, ılık halde kavanozlara konulur. Soğuduktan sonra kavanozların kapakları kapatılır ve serin bir yerde bekletilir.

Kaktüsgiller (Cactaceae)


Merhaba sevgili doğa severler,

Günün konusu : Kaktüsler

Günlük yaşayışımın yoğunluğuyla beraber sakin bir ev ortamımda ilgiye yatkın ne kedi, köpek, kuş ne de bol su isteyen çiçeksi bitkilerle iç içe olabiliyordum. Böyle olunca doğanın binbir çeşitliliğinde kendime en uygun bitki türünü araştırıp bulmuş; onlarca kaktüsü evimin her köşesinde süslemiştim. Uzun gezi yolculuklarımda ev ortamından uzaklaşınca bu etkenlere bağlı olarak kaktüsler en iyi arkadaşlarım oluverdi.

Bir süredir şehir dışındaydım ve eve uğradığımda kaktüslerimin su istemeden büyümüş olmaları mutlu ediciydi. Bugünün konusunu da bitkileri ev yaşamına uyarlayarak sizlere kaktüsleri tanıtmaktan mutlu olacağım.

Sevgiler

Bulut Açar


Kaktüsgiller (Cactaceae)


Kaktüsgiller (Cactaceae) gövdeleri etli ve yaprakları diken şeklini almış bir çiçekli bitkiler familyası.

Kaktüs, cins adı olmamasına rağmen, kaktüsgiller familyasını oluşturan gövdeleri etli, yassılaşmış ve sulu olan, yaprakları diken şeklini almış bütün çiçekli bitkilere verilen ortak addır.


Genellikle çöllerde ve tropiklerde yaygınlardır. Sukkulent gövdeleri aynı zamanda özümleme görevini de yapar.

Çölde yetişen Saguaro, en büyük kaktüslerden biridir. Yetişkinleri genellikle 12 metre boya ulaşır, nadiren de 15 metreyı aşanları bulunur.

Kaktüsler çok yağış ve su istemeyen bitkilerdir. Genellikle çöllerde ve sıcak iklimlerde yetişirler. Kökleri çok uzun ve kalındır. Bu özellikleri ve yapraklarının diken şeklinde olması, onları diğer bitkilerden ayırır. Kaktüslerin eni ve boyu iyi beslendiği takdirde oldukça uzun ve kalındır. Bazı kaktüslerin dikenleri zehirli olabileceği gibi, her şekilde deriye battığında ince dikenleri yüzünden çok can acıtırlar ve çıkarılmaları zordur.

Kökeni :


Kaktüslerin kökeni Güney Amerika, Meksika bölgeleridir.

Efsanesi (Peyote Kaktüsü)

Büyükbaba Peyote Kızılderililere Nasıl Ulaştı (Brule SİOUX)

Görülerin yardımıyla manevi güce ulaşmaya çalışmak, Kızılderili kabilelerinde sıkça rastlanan bir durumdur. Peyote bitkisi, Sioux'lar ve Cheyenne'ler tarafından terleme kulübesi, yalnızlık nöbeti ve kurban verme törenleriyle bağlantılı görülerde sıklıkla kullanılır. Bitkinin insani bir ruh taşıdığı varsayılır ve geçtiğimiz yüzyılda bir Comanche şefi tarafından kurulmuş olan Yerli Amerikan Kilisesi'nce kutsal olduğu kabul edilir.

Büyükbaba Peyote'nin Kızılderililere ulaşmasının hikayesidir bu.

Çok eski zamanlarda, beyaz adamdan önce, Sioux'ların yaşadığı yerlerden de daha güneyde, çöllerde yaşayan bir kabile vardı. Öldürücü bir hastalık bu kabilenin insanlarını kırıp geçiriyordu. Yaşlı bir kadın, rüyasında, bulduğu bir bitkiyle, bir kökle bu hastalığı tedavi ettiğini gördü.

Bu güçsüz ve yaşlı kadın küçük torununu yanına alarak rüyasında gördüğü kutsal bitkiyi bulmak üzere yola koyuldu. Kamptan o kadar uzaklaştılar ki, sonunda kayboldular. Bir tepeye ulaştıklarında, yaşlı kadın geceyi geçirmeleri için bir sığınak yaptı. Ne yiyecekleri ne de içecekleri vardı; gece bastırdıkça birbirlerine sokuldular.

Ansızın doğudan batıya uçan büyük bir kartalın kanat çırpma sesiyle irkildiler. Yaşlı kadın ellerini açarak kartala, kendisine bilgelik ve güç vermesi için dua etti. Sabaha karşı, başlarından birkaç metre yüksekte, havada yürüyen bir adam hayali gördüler. Ve yaşlı kadın bu adamın ona "Su ve yiyecek arıyorsun, ama nereden bulacağını bilmiyorsun. Sana bir ilaç vereceğim. O sana yardım edecek" diyen sesini duydu.

Adam eliyle kadının dört adım ötesideki bir yeri işaret ediyordu. Kadın o yöne bakınca bir peyote bitkisi -onaltı dallı bir Büyükbaba Peyote bitkisi- gördü. Bunun ne olduğunu bilmemesine rağmen, bıçağıyla yeşil kısmını kesince peyote özünü, hayat suyunu buldu. Yaşlı kadın ve torunu bu suyu içince yeniden canlandılar.

Güneş battı ve ikinci gece başladı. Yaşlı kadın bu sefer de büyük ruha "Kendimi insanlar için feda ediyorum. Acı bana. Yardım et bana." diye dua etti. Tekrar aynı görüntü canlandı ve adam bu sefer "Şimdi kaybolmuş durumdasın, ancak insanlarını bulacak ve onları kurtaracaksın. İki kez güneş doğacak ve sen onlara kavuşacaksın" dedi.

Büyükanne kutsal ilaçtan biraz daha yedi, torununa da yedirdi. Ve yedikleri bitkiden onlara büyük bir güç geçti. Bu güç onlara bilgi, anlama yetisi ve kutsal bir görü kazandırdı. Yaşlı kadın ve torunu bütün geceyi bu gücün etkisiyle uyumadan geçirdiler. Buna rağmen güneş doğduğunda yaşlı kadın kendini hiç de yorgun hissetmiyordu. Torununa, "Bu yeni bitkiyle birikte dua et. Onun ağzı yok ama bana pek çok şey anlatıyor" dedi.

Adamın hayali üçüncü gece tekrar yaşlı kadına göründü ve ona ilacı nasıl kullanması gerektiğini öğretti. Sabah uyandığında "Bir tek bitki insanlarımı kurtarmaya yeterli olamaz. Daha fazlasına ihtiyacım var. Acaba nereden bulabilirim?" diye düşündü kadın.

Hemen ardından sesler duymaya başladı. Hepsi de, "Buraya gel, bu taraftayım, beni al" diye fısıldıyordu. Bunlar, onu dikenli çalıların ardındaki gizli yerlerine çalışan peyote bitkilerinin sesleriydi. Yaşlı kadın ve torunu bitkileri toplayıp ellerindeki torbaya doldurmaya başladılar.

Gece inmeden adamın hayalini bu sefer de batmakta olan güneşin üstünde gördüler. Onlara kampın yolunu işaret ediyordu. Dört gün ve dört gece boyunca ne içecek ne de yiyecek yemeklerinin olmamasına rağmen, kutsal ilaç onların hem yüreklerini hem de zihinlerini korumuştu.

Evlerine geri döndüklerinde aileleri onları gördüklerine çok sevindi. Ama insanların hepsi hala hastaydı ve çoğu da ölmüştü. Yaşlı kadın "Size kutsal bir ilaç getirdim. Bu ilaç hayatınızı kurtaracak" dedi.

Erkeklere pejuta'yı, bu kutsal bitkiyi nasıl kullanacaklarını gösterdi. Hayal ona ayinin nasıl olması gerektiğini bildirmiş, ilaç ise zihinsel gücü ve onda yatan bilgiyi vermişti. Kadının yol göstermesiyle bir çadır kuruldu ve ateş yakıldı. O zamanlar ne bir şef ne de bir yol gösterici vardı ve insanlar ayini nasıl gerçekleştireceklerini ta en başından adım adım kendi kendilerine bulmak zorundaydılar.

Kadını erkeği, genci yaşlısı herkes dörder parça yuttu bu yeni ilaçtan. Anne sütüyle beslenen bir erkek bebek peyote gücünü anne sütünden aldı. Parmağını emerken kolunu ansızın bir çıngırak gibi sallamaya başladı. Çadırın önünde oturan bir adam, yine bu güç sayesinde, bebeğin koluna bakarken bir türkü tutturdu.

Büyücü elindeki ham deriden yapılmış çıngırağı sallamaya başladı. Çıngırağın içindeki taşların çıkardığı tıkırtılar Büyükbaba Peyote'nin sesiydi ve herkes bu tıkırtıların ne dediğini anladı. Başka bir adam türkü ve tıkırtılara uyarak davul çalmaya başladı. Davulcu iyi çalıyordu ama doğru sesi bir türlü çıkaramıyordu, çünkü bu ilk ayinde davulun içine su koymamışlardı.

Bir kadın, hayalin ona bir kavak ağacı bulmasını söylediğini duydu. Güneş doğar doğmaz, Büyükbaba Peyote'nin yol gösterdiği kadın önde olmak üzere, tüm kabile batıya doğru yollara düştüler. Kurumuş bir ağacın gövdesindeki delikten sıçrayan bir tavşan gördüler ve bunun aradıkları kutsal ağaç olduğunu hemen anladılar. Ağacı kestiler. Tavşanın çıktığı delikten altta kalan kısmını bir davul gibi oydular. Sonra, kadının emriyle içini suyla, hayat suyuyla doldurdular.

Kampa dönerlerken, erkeklerden biri, gücün kendisine beş tane yuvarlak taş ve biraz da geyik derisi bulmasını söylediğini duydu. Taşları davul gibi oyulmuş ağaç gövdesinin kenarlarına dizdi ve deriyi bu taşlara sıkıca bağladı. Artık davulu çaldığında çıkan sesin bir ruhu vardı.

Gece bastırdığında bir çadır kurup içinde ateş yaktılar ve çevresine toplanıp ilaçtan biraz daha içtiler. Peyote gücünün etkisiyle yaşlı kadın ateşin içinde kavak ağacının yürek biçimli yapraklarına benzer bir yürek şekli gördü. Büyükbaba Peyote'nin de bir parçası olduğu Yüce Ruhun, kalbini bu kıtanın Kızılderili insanına vermek istediğini anladı. Kora dönüşmeye başlayan ateşin yüreğe benzediğini söylediğinde, orada bulunanlar bunu davul sesinin ritminde hissettiler. Az sonra gücün etkisindeki adamlardan biri davulun dibinde bir yıldız görür gibi oldu. Parlayan korla önce yıldıza sonra aya dönüştü, çünkü yıldızın gücü ve ayın ruhu çadırın içine gelmişti.

Kapının karşısında oturan adama bir görü göründü ve ona su istemesini söyledi. Yaşlı kadın deri bir çanakta su getirdi ve herkes bu sudan içerek güçlendi. Ateşten sorumlu olan adam, suyun ruhunu hissederek, korlardan bir su kuşu biçimi oluşturdu ve o andan itibaren su kuşu kutsal ilacın sembolü oldu.

Aynı adam ateşin yanında toprağa bir yarım ay çizdi ve tepesine de parmağıyla bir çizgi çekti. Böylelikle bir yol -hayat yolu- oluşturulmuş oldu. Wakayanibi sahibi olan, yani insanları seven ve yüreğinde yer verenlerin tam burda oturmaları gerektiğini söyledi. Ve o günden sonra toplantıyı yönetene "yol adamı" dendi.

Böylece insanlar ilk peyote ayinini yapmış oldular. Suyu içip peyoteye şükranlarını sundular. Kutsal su kuşu şeklindeki ateşe bakarak dört yöne dualarını yollarken, içlerinden biri de ateşe sedir ağacının yeşil yapraklarından serpti. Çıkan tatlı kokulu duman, tüm yeşilliklerin ve büyüyen şeylerin ruhu olan Büyükbaba Peyote'nin nefesiydi.

Artık insanlar gereksinim duydukları herşeye -kutsal ota, davula, ateşe, suya ve sedire - sahiptirler. Bundan sonra kendilerini tanımaya başladılar. Hastalar iyileşip, bu ilacı getirdiği için yaşlı kadına ve torununa teşekkür ettiler.

Kutsal bitki, Comanche ulusundan kıtadaki tüm kabilelere yayıldı.

Defne Ağacı (Lauraceae)

Defne Ağacı (Lauraceae)

Defne, defnegiller (Lauraceae) familyasının Laurus  cinsini oluşturan herdem yeşil ağaç  veya ağaççık görünümündeki bitki türlerinin ortak adı. Üç türü bilinmektedir.

 Tarihçe

Fosil kalıntılarından Buzul Çağı'ndan önce Akdeniz ve Kuzey Afrika'da defne türlerinin geniş yayılışa sahip olduğu görülür. Daha sonra Buzul Çağı'nda Akdeniz Havzası'nın donmasıyla bu türlerin daha yumuşak iklimin görüldüğü Güney İspanya, Portekiz ve Macaronesian Adalarına çekilmek zorunda kaldığı kabul edilmektedir. Buzul Çağı'nın sona ermesiyle birlikte Akdeniz defnesi yeniden Akdeniz çevresinde görülmeye başlanmıştır.

 Türler

    * Azor defnesi (Laurus azorica), Azorlar
    * Akdeniz defnesi (Laurus nobilis), Türkiye, Yunanistan, İspanya
    * Kanarya Adaları defnesi (Laurus novocanariensis), Kanarya Adaları, Madeira Adaları


Akdeniz Defne Ağacı (Laurus nobilis)

Akdeniz defnesi, (Laurus nobilis), defnegillerden, her mevsim yeşil kalabilen, güzel kokulu ve yapraklarının kullanım alanı oldukça geniş olan bir çalı veya ağaç  türü. Yemeklere lezzet kattığı gibi alternatif tıpta da birçok yararı vardır. Ayrıca Türkiye'nin tarım ihracatında önemli bir paya sahiptir.

 Tanımlaması  

Akdeniz'e özgü bir bitki olan defne, genelde 2-6 m boyunda bir çalı veya ağaçtır, ama boyu 10 metreyi bulabilir. Gövdesinin alt kısmı gri, üst kısmı yeşildir. Yaprakları 6–12 cm uzunlukta ve 2–4 cm genişliktedir. Yapraklar kokuludur, şekilleri mızrak ucu gibi, kenarları dalgalı, üst yüzleri koyu yeşil, alt yüzleri açık yeşıldir. Çiçekleri 1 cm çapında olup açık sarı veya yeşildir, sapın aynı noktasından 4-5 tanesi birden çıkarak birer öbek oluşturular. Bu çiçek öbekleri yaprağın yanında çift olarak açarlar. Ağaçlar erkek ve dişi olarak ayrılırlar. Meyvesi yaklaşık 1 cm çapında, içinde tek bir tohum barındıran siyah bir yemiştir. En büyük düşmanı yaprak bitidir.

 Kullanımı

Defneden elde edilen defne yaprağı, yemeklerde tat vermek için kullanılmaktadır. Avrupa'da genelde önce kurutulur ve salça yapılırken beraberce pişirilir.

Akdeniz defnesi, süs bitkisi olarak, özellikle süs bahçelerinde Akdeniz iklimi ve okyanus iklimi olan bölgelerde yetiştirilir. Dona çok duyarlı olduğu için daha soğuk yerlerde ise ev bitkisi olarak yetiştirilmektedir. Defne bitkisinin kaynağı Doğu Akdeniz bölgesi olup oradan ılıman iklimli başka yörelere yayılmıştır.

Defne yağı defne meyvelerini sıkarak elde edilen, 30°C'de eriyen bir yağdır. %95 yağ asitlerinden ve %5 esansiyel yağlardan oluşur. Yağ, en çok sabun üretiminde kullanılıp, bunun yanı sıra kozmetik sanayisinde cilt nemlendirici olarak kullanılır.

Şifalı ot olarak romatizma, deri kızarıklıkları ve kulak ağrıları için kullanılır.

Tıbbi literatürde defne yaprağının antioksidan, analjezik (ağrı kesici), antienflamatuar ve antikonvulsant (antiepileptik) yararlarının olduğu belirtilmektedir.

 Ekonomik boyutu

Defne yaprağınin yıllık üretimi yılda 8 bin tondur, bunun yaklaşık %80'ı Türkiye'den kaynaklanır bu üretimden 8 milyon dolar gelir elde edilmektedir.

 İçeriği

Defne yaprağı %1-3 esans yağlarından  oluşur. Bu lipitler 1,8-cineole ve pinen, Terpen, Sesquiterpen, Metileugenol ve daha ufak miktarlarda α- ve β-Pinen, Phellandren, Linalool, Geraniol ve Terpineol. Defne yaprağının tat ve aroması büyük ölçüde eugenol adlı esansiyel yağdan kaynaklanır.

 Tarihçe ve mitoloji

Akdeniz defnesi, Apollon'un simgesidir. Yunan mitolojisinde Apollon Dafni'ye aşık olur ama Dafni onu istemez ve ondan kaçar. Tam yakalanacağı sırada babası, nehir tanrısı Peneus onu bir defne ağacına dönüştürür. Ardından Apollon bu ağacı kendi ağacı ilan eder ve galibiyet, şarkı ve şiirlere adar.

Antik Yunanistan'da ve Roma'da galipler ve şairler defne yapraklarından yapılma çelenk verilirdi, bu bir taç şeklinde giyilirdi. Modern olimpiyatların öncülü sayılan Pitik yarışmalarda defne tacın ödül olarak verilmesinin nedeni bu yarışmaların Apollon şerefine yapılmasıydı.

 Destan


Apollon ve Dafni

Destana  göre, Yunan Deniz Tanrısı Peneus'un kızı Dafni'ye, Apollon  aşık olmuştur. Dafni'ye umutsuzca aşık olmasının nedeni, aşk tanrısı Eros'un oklarından birine hedef olmasıdır.

Apollon aslında çok iyi bir okçudur ve kendiyle övünmeyi çok sever. Birgün kendisi gibi iyi bir okçu olan Afrodit'in oğlu genç Eros ile karşılaşır ve onun okçuluk kabiliyeti ile ilgili alaycı sözler söyler. Buna karşılık, Eros öç almak ister ve iki ok hazırlar. Biri altın suyuna batırılmıştır ve saplandığı kişiye tutku ve sonsuz aşk verecektir. Diğer ok ise saplandığı kişiyi aşk ve tutkudan tamamen uzaklaştıracaktır. Altın ok Apollon'un kalbine saplanır ve Dafni'ye umutsuzca aşık olur. Fakat ne yazık ki diğer ok Dafni'nin kalbine saplanmıştır. Dafni, Apollon'dan sürekli kaçar ve aşkını reddeder.

Bir gün Dafni yine kaçarken Apollon'a yakalanır ve babası Yunan Deniz Tanrısı Peneus'dan yardım ister. Peneus, Dafni'yi Defne ağacına dönüştürür ve Dafni sonsuza dek Defne ağacı olarak kalır.

Apollon ise, Defne ağacından aldığı yapraklarla kendine bir taç yapar ve bu tacı başından hiç çıkartmaz. Tüm Apollon heykellerinin başında gördüğümüz Defne yapraklarından yapılmış tacın sebebi budur.

Yine bir efsaneye göre bu olay Antakya'nın Harbiye Beldesinde geçmiştir.Bu efsanenin kanıtlarından en önemlilerinden biri Antakya Arkeoloji Müzesini'nde bulunan Apollon ve Dafni mozaiğidir. Ayrıca burada yaşayan halk,Harbiye'nin meşhur şelalelerine "Apollon'un Gözyaşları" adını vermiştir.Ayrıca bu şelaleler defne ağaçları arasından akmaktadır. Bu da öykünün Harbiyede geçtiğini destekleyen önemli özelliktir.

Apollo ve Dafni isimli heykeli ünlü heykeltıraş Gian Lorenzo Bernini'nin en tanınmış eserlerindendir.

 Simgesellik

Akdeniz defnesi, yaz kış yeşil kalır. Bu özelliği nedeniyle ölümsüzlüğün simgesidir.

Antik Yunanistan'da bu ağaç Apollon'a adanmıştır ve galibiyetle elde edilmiş ölümsüzlüğü, ve bu galibiyeti sağlayan, kahramanlıkla birleşmiş erdemi simgeler. Kahramanlara, alimlere ve bilgelere verilen defne yapraklı tacın kaynağı budur. Gene Apollon'la ilişkili olarak, Apollon'un kehanet özelliklerine elde edebilmek için Delfi'teki kahinler de kehanette bulunmadan önce defne yaprakları çiğnerlerdi veya yakarlardı. Kahinlerden olumlu bir cevap elde edenler geri giderken bir defne tacı ile dönerlerdi.

Orta Çağlarda üniversitelerde alimler defneden taç giydirlirdi. Tıp okullarında genç doktorların başına konan taçlar defne yaprakları ve meyvelerinden oluşurdu; Fransa'da üniversite diplomasının adı olan "baccalauréat" (Latince bacca laurea : defne meyvesi) burdana kaynaklanmaktadır.

Diğer defne türleri

Defne olarak adlandırılan çeşitli bitki türleri vardır. Yemek yapımında kullanılan defne yaprakları Akdeniz bölgesi kükenli Laurus nobilis  'tir. Kaliforniya defnesi olarak bilinen Umbellularia californica yemeklere daha kuvvetli bir koku verir. Hint mutfağında kullanılan Hint defnesi Cinnamomum tejpata farklı bir cins (ama aynı familyaya ait) bir bitkidir, yemek yapımı bakımından kokusu daha çok Çin tarçını (Cinnamomum Cassia) gibidir benzer.

Defnegillerden bazı türler zehirlidir, örneğin Arabistan defnesi (Daphne gnidium) ve yaban defnesi  (Daphne mezereum). Defnegillerden olmayan dikenli defne  (Ilex aquifolium), dağ defnesi (Kalmia latifolia) ve koyun defnesi  (Kalmia angustifolia ) de zehirlidir.

Sedir Ağacı (Cedrus)

Sedir Ağacı (Cedrus)

Sedir, çamgiller (Pinaceae) familyasından Cedrus cinsini oluşturan iğne yapraklı ağaç türlerine verilen ad.

Morfolojik özellikleri


Tomurcuk çok küçük olup, az sayıda pullarla örtülüdür. İğne yapraklar genellikle üç köşeli, yatay kesitlerinde bitişik iki adet reçine kanalı bulunmaktadır. Yapraklar uzun sürgünler üzerinde tek tek, seyrek ve dağınık olarak dizilirler. İğne yapraklar dökülmeden ağaç üzerinde 3-6 yıl kalırlar.

Bir evcikli çiçekler yalnız olarak terminal halde bulunurlar. Erkek çiçekler silindirik yapıda olup 5 cm uzunluğunda, sarı renkli ve kısa sürgün üzerinde dik dururlar. Dişi çiçekler daha küçüktür. 1-1,5 cm, yeşilimsi renkte olup döllenme ilkbaharda oluşmaktadır.

Kozalak ise 26 ayda olgunlaşmaktadır. Kozalak genellikle fıçı görünümündedir. Kısa sürgün üzerinde adeta oturmuş şekildedir. Kısa ve kalın bir sapı vardır. Kozalak pulları olgunlaştığında dağılır.

Tohumların büyük, üçgen biçiminde genişçe kanadı olup, tohumu tek yüzünden örtmüştür. Tohumların üzerlerinde bol sayıda reçine bezeleri vardır. Çenek sayıları 9-10'dur.

Ekolojik istekleri

Sedirler yarı ışık ağacıdır. Nem istekleri az, sıcaklık istekleri fazladır. Yetiştirilmeleri tohumla olur.

Sedir Türleri


* Atlas sediri (Cedrus atlantica)
* Kıbrıs sediri (Cedrus brevifolia)
* Himalaya sediri (Cedrus deodara)
* Lübnan sediri (Cedrus libani) Türkiye.

Atlas Sediri (Cedrus atlantica)

Atlas Sediri (Cedrus atlantica)

Atlas sediri (Cedrus atlantica), çamgiller (Pinaceae) familyasından doğal olarak Kuzey Afrika, Cezayir, Fas ve Atlas Dağlarında yetişen sedir türü.

40 m'ye kadar boy ve 3 m kadar da kutur büyümesi gösterir. Piramit biçimlidir. Dipten itibaran dallanır. Yaşlanınca da bu formunu kaybetmez. Yaprakları mavi-yeşil, gümüşi gri veya nadiren açık ya da koyu yeşil renkli olup 2-2,5 cm uzunluğundadır. Kozalakları parlak açık kahverengi, 5-7 cm uzunlukta ve uç kısmı basıktır.

Kıbrıs Sediri (Cedrus brevifolia)

Kıbrıs Sediri (Cedrus brevifolia)

Kıbrıs sediri (Cedrus brevifolia), çamgiller (Pinaceae) familyasından doğal olarak Kıbrıs'da yetişen bir sedir türü.

15 m'ye kadar boylanır. İğne yapraklar mavimsi yeşil renklidir, dallara horizantal çıkar. Kozalakları silindir şeklinde ve 7-8 cm uzunluktadır. Yaşlanınca tacı dağılır ve şemsiye şeklini alır.

Himalaya Sediri (Cedrus deodora)

Himalaya Sediri (Cedrus deodora)

Himalaya sediri (Cedrus deodora), çamgiller (Pinaceae) familyasından Batı Himalaya'larda yetişen sedir bir türü.

50-60 m boy ve 3 m'den fazla çap yapabilir. İğne yapraklar uzun ve yeşildir (3-5 cm). Bu yaprakların aşağıya doğru sarkık olması ile diğer türlerden ayrılır. Tepe sürgünü karakteristik olarak aşağıya sarkar. Piramidal görünüşlüdür. Kozalakları 7-10 cm boyundadır.

Soğuklara karşı hassastır. Kuru ve kireçli topraklarla, hava nisbi neminin düşük olduğu yerlerde iyi gelişemez.

Lübnan Sediri (Cedrus libani)

Lübnan Sediri (Cedrus libani)

Toros Sediri (Cedrus libani), çamgiller (Pinaceae) familyasından Güney Anadolu Toroslarında yaygın görülen, ayrıca Kelkit ve Yeşilırmak vadilerinde kalıntı meşcereleri bulunan bir sedir türü.

Morfolojik özellikleri

40 m'ye kadar boy yapar. Genç sürgünler grimsi kahverengi, çıplak ya da hafif tüylüdür. İğne yapraklar 1,5-3,5 cm uzunluğunda, sert ve batıcıdır. Renkleri önceleri koyu yeşil, zamanla yaşlı bireylerde mavimsi yeşil renk almaktadır. Kozalakları genellikle fıçı biçimindedir. Boyları 8-10 cm, enleri 4-6 cm'dir. Kozalak pulları geniş ve tam kenarlıdır. Dış yüzeyleri hafifçe tüylüdür. Kozalakların üzerlerinde bol reçine bulunmaktadır.

Ekolojik özellikleri

Lübnan sedirinin ışık isteği fazladır ve yarı ışık ağacı olarak kabul edilir. Toprak bakımından seçici değildir. Daha ziyade kayalık kalkerli yamaçlarda yetişirler. Akdeniz ikliminin hakim olduğu yerlerde bulunur. Kışları ılık yerler ister.

Dağılımı


Doğal olarak Güney Anadolu ve Lübnan'da yayılmış olup, batı sınırı Fethiye ve Köyceğiz'den başlar. Doğuya doğru Toros Dağları üzerinden uzanmakta, Göksun ve Kahramanmaraş yörelerinden bir kavisle güneye Nur Dağlarına yönelmektedir. Lübnan'da ancak Cebelübnan'da kalmıştır. Bu ana yayılışı dışında ise Kuzey Anadolu'da Kelkit-Yeşilırmak Vadisinde Erbaa yakınlarında Çatalan Köyünde ve Niksar yörelerinde 100 hektarlık adacıklar halinde bulunmaktadır. İç Anadolu Bölgesinde de Afyon-Emirdağ-Dandindere'de yayılışı vardır.